29 Kasım 2012 Perşembe

PULSUZ DİLEKÇE



Sevgili Anneciğim, Babacığım,
Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın.
Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını ben kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım ?
Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca size güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak hiç kısıtlamayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
Öğütlerinizden çok, davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlıklar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha az iz bırakır. “Ben senin yaşındayken” diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım. Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.

Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.

Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.
Benden yaşamın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davrandığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki bende sizi yabancıların önünde güç duruma düşürebilirim. Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyin size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi ve daha değerli görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdiklerinizin yanında isteklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler çok geldiyse birçoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.

Benden “Örnek Çocuk” olmamı istemezseniz, bende sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.  



Sevgiler..  Çocuğunuz 










( Kaynak: Atalay YÖRÜKOĞLU, Çocuk Ruh Sağlığı )

6 Haziran 2012 Çarşamba

SBS ÖNCESİ ÖNERİLER




Aşağıda size sunulanların "tek gerçek" değil. İşinizi kolaylaştırabilecek öneriler olduğunu unutmayınız.

Sınava kısa bir süre kala;


- Dengeli beslenin.

- Sınav günü zinde olmanızı sağlayabilecek uyku düzeninizi, daha önceden oluşturun.

- Fazla yorucu olmayan fizik egzersizleri yapın.

- Motivasyonunuzu ve dikkatinizi dingin tutmak amacıyla açık havada yorucu olmayan etkinlikler yapabilirsiniz.
- "Matematik' ten şu kadar, Türkçeden bu kadar soru yapmalıyım" gibi koşullar üretmeyin.

- Kalan süre artık sınavın stresinin arttığı bir dönemdir bu sebeple adaylarla ve yakınlarınızla sınavla ilgili olabildiğince az konuşmayı deneyin.
- Başkalarıyla olan konuşmalarınız kadar kendinizle olan konuşmalarınıza da dikkat edin. "Kendi kendinizle olabildiğince olumlu diyalog" kurmaya özen gösterin. Devamlı olarak negatif yönde düşünürseniz kendinizi hep kötü hissedebilirsiniz.

- Öğrencilerin bu dönemde "puanım nereye yeterse orayı yazarım" yerine; hayalimdeki okula en iyi şartlarda gireceğim, okumaktan mutluluk duyacağım okul, kazanırsam okuyabileceğim okul şeklinde bir yaklaşım sergilemesi daha sağlıklı olacaktır.
BAŞARMAK İÇİN NE YAPMALI?

Sınava gerekli düzeyde hazır olduğunuzu düşünmelisiniz. Uzun bir hazırlık programını değerlendirdiniz. Her bir dersten öğrendiklerinizi bir gözden geçirdiğinizde kendinize güven duyuyor olmalısınız. Ayrıca kalan süreyi de iyi şekilde eksiklerinizi kapatarak, tekrarlar yaparak geçirmeniz bu duygunuzu daha da baskın hale getirecektir.

Her bir deneme sınavında amacınız SBS provaları yapmak, eksiklerinizi fark etmek, pratik yapmak ve bir sonraki deneme sınavına kadar bunları yaşama geçirmek olmalıdır.

Deneme sınavlarındaki konu eksiklerinizi iyi tespit edip gidermeyi, bir soru ile ilgili bilgiye daha ulaşmayı hedeflemelisiniz

Her bir deneme sınavında karşılaşabildiğiniz dikkatsizlik diye yorumlanacak hataların kaynaklarını araştırıp çözmeye çalışmalısınız.

İşinize yarayabileceğini düşündüğümüz dikkatsizlik denilen şeyin nedenleri ve çözümleri için size bir kaç öneri:

- Bazen soruları çok hızlı okumaya çalıştığınızda, yanlış ve eksik okuma nedeni ile soruyu doğru algılayamayabilirsiniz. Her soruyu ayrı bir birey kabul edip soru ile iyi iletişim kurmayı hedeflemelisiniz ve zamanla daha doğru okumaya başladığınızı fark edeceksiniz.
- Birbirini takip eden soruları bazen birbirine karıştırırsınız. Örneğin, 12. soruyu yaparken daha önce çözemediğiniz 7. soru aklınıza geliyor ise, 12. soruya dikkatinizi veremiyorsunuz demektir. Çözümü her soruyu kendine özgü kabul etmelisiniz. Zaten 12. soruya gereken dikkati verdiğinizde 7. soruyu hatırlamadığınızı göreceksiniz.

- Sınavlara her zaman aynı konsantrasyonla giremiyor olabilirsiniz. Bunun nedeni de her deneme sınavında birçok faktörün değişebilmesidir. Ama değişmeyen sadece sizsiniz. Sınavlara girmeden önce zihinsel bir hazırlıkla kendinizi gireceğiniz sınavda başarılı olmaya hazırlamalısınız. Sınavdan önce olumsuz sonuçları düşünerek kendinizi belki de farkında olmadan başarısızlığa itiyor olabilirsiniz. Bunun tersini yapmanız sizin için daha faydalı olacaktır.
- Sınavda sizin dışınızda da etkili bazı faktörler olduğunu unutmayınız. Bunları siz de biliyorsunuz; dışarıdan gelen sesler, (burnunu çekenler, ritmik hareketler yapanlar, gürültü vb.) salon gözlemcisinin tavırları insanı bazen rahatsız edebilir. Dışarıdan gelen bir gürültüye karşılık öfke, kızgınlık gibi olumsuz duygularla tepki veriyorsanız o zaman bunlar dikkatinizi bozuyor demektir. Değiştiremeyeceğiniz dış seslere duyarsız kalarak onlarla baş edebilirsiniz.

- Dikkatli olmak için özel bir çaba harcamak yerine her deneme sınavında, sınavla ilgili daha doğru davranışları alışkanlık haline getirip, olumsuz olanlardan da kurtularak sonuca ulaşabileceğinizi unutmayınız.




Kaynak:ntvmsnbc.com

2 Haziran 2012 Cumartesi

Çocuğu 60-72 Aylık Olan Anne-Babalar İçin Okula Başlama Kılavuzu

11 Nisan 2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni eğitim yasası ile okula başlama yaşı bir yaş erkene alınmış ve 60 ayını dolduran çocukların okula başlaması kararlaştırılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı Mayıs ayında yayınladığı genelgede 30 Eylül 2012 tarihi itibariyle 66 ayını doldurmuş olan çocukların okula kaydının zorunlu olarak yapılacağını, bu tarihte 60-66 ay arasında olan çocukların ise anne-babaların tercihine göre okula kaydedileceklerini belirtmiştir. 1 Haziran 2012 tarihinde ilkokul birinci sınıfa kayıtlar başlayacaktır. Çocuğu 60-72 ay arasında olan anne-babalar önemli bir karar aşamasındadır. Derneğimiz bu konuda anne-babalara yol gösterici bir kılavuz hazırlamayı gerekli görmüştür.

ÇOCUĞUM 60-66 AYLIK

Derneğimiz ilke olarak 2012-2013 sezonunda 60-66 ay arasındaki çocukların ilkokul eğitimine başlamasına karşıdır. Çünkü eğitimdeki sistem değişikliği bu sene yapılmış ve hemen uygulamaya geçilmiştir. Bu da aynı sınıfta hem 60 aylık hem de 80 aylık çocukların bir arada bulunması sonucunu doğurmuştur. Eski sistemin birinci sınıfları ile yeni sistemin birinci sınıfları aynı sınıfta eğitim görecektir. 20 aylık bir fark çocukluk döneminde büyük bir farktır. Bunun yanında 60-66 aylık çocuklar bilişsel (zihin) gelişimi, psikomotor (kas) gelişimi, sosyal gelişim ve duygusal gelişim açıdan okula başlamaya hazır olmayabilir. Bu çocuklar 80 aylık çocukların yanında kendini geride kalmış hissedebilir. Bu nedenle derneğimiz 60-66 ay arasındaki çocukların okula başlamasına taraftar değildir. Ancak aşağıda belirttiğimiz durumlardan beşi birden bir çocukta mevcutsa aileler bir uzmana danışarak çocuğunu okula başlatabilir.

·        Çocuğunuz anaokulu eğitimi aldıysa;
·        Anaokulu öğretmenleri veya okul psikologları çocuğunuzun fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimini okula başlamaya yeterli görüyorsa;
·        Çocuğunuz ileri gelişim özellikleri gösteriyorsa (harfleri kendiliğinden öğrendiyse, adını yardımsız yazabiliyorsa, basit toplama ve çıkarma işlemlerini yapmaya başladıysa, uzay, doğa gibi sıradışı konulara ilgisi varsa)
·        Çocuğunuz uygulanan gelişim ölçeklerinde* yaşının üstünde gelişim özellikler gösterdiyse;
·        Metropolitan Okul Olgunluğu Testi’nde okula başlamaya uygun tanısı aldıysa;

Eğer çocuğunuz bu beş şartı birden taşıyorsa o zaman onu okula başlatmak doğru olabilir. Çocuğunuz bu maddelerden birini taşımaması halinde okul kaydının önümüzdeki seneye ertelenmesi daha uygun olacaktır. Derneğimiz bu konudaki kararın bir uzman eşliğinde verilmesini önermektedir.

Yanlış Düşünceler

30 Eylül 2012 tarihi itibariyle çocuğu 60-66 aylık olan anne-babalar çocuklarını okula başlatırken kimi yanlış düşüncelere sahip olabilmektedir. Bu düşüncelerden birkaçı şöyledir:
·        Çocuğum bir an önce okula başlasın. Erken başlasın, erken bitirsin.
·        Abisi/ablası da başlayacak, onunla birlikte başlasın. Beraber gidip gelsinler.
·        Bir sene daha anaokuluna ücret ödemeyelim.
·        Filancanın çocuğu erken başladı da ne oldu? Zamanla alışır.
·        Evde canı sıkılıyor. Bari okula gitsin.
·        Komşunun çocuğu başladı, bizim çocuk da başlasın. Beraber gitsinler.
Yukarıdaki düşünceleri göz önüne alarak çocuklarını okula başlatmak anne-babaların yapacağı en büyük yanlışlardan biridir. Okula başlamada en önemli kriter çocuğun gelişim özelliklerinin okula başlamayı desteklemesidir. Erken okula başlama, çocukta okula karşı soğumaya neden olabilir ve uzun vadede çocuğun eğitimden uzaklaşmasını netice verebilir.

ÇOCUĞUM 66-72 AYLIK

30 Eylül 2012 tarihi itibariyle 66 ayını doldurmuş olan çocuklar otomatik olarak ilkokul birinci sınıfa kaydedilecektir. Ancak bu çocuklardan bazıları gelişim özellikleri (fiziksel, duygusal, zihinsel, psikomotor, sosyal) nedeni ile okula hazır olmayabilir. Eğer anne-baba olarak gözlemlerinize ya da anaokulu öğretmenlerinin ve psikologların gözlemlerine dayanarak çocuğunuzun okula hazır olmadığı kanaatine vardıysanız, çocuğunuzun okula başlamasını bir yıl geciktirebilirsiniz. Öncelikle yapmanız gereken çocuğunuzun gelişim özelliklerini ve okula uygunluğunu çeşitli testler ve gözlemler ile kontrol etmektir. Bu konuda çevrenizdeki anaokulları, ilçenizdeki RAM (Rehberlik Araştırma Merkezi), okullardaki okul psikolojik danışmanları ve psikologlar size yardımcı olacaktır. Burada uygulanan testler ya da gözlemler sonucunda gerçekten çocuğunuzun okula uygun olmadığı anlaşılırsa, o zaman bu test-gözlem sonucu ve dilekçe ile okul yönetimine başvurup çocuğunuzun okula başlamasını bir sonraki seneye alabilirsiniz. Test-gözlem sonuçları çocuğunuzun okula başlamasını uygun göstermediği halde, çocuğunuzu yine de okula göndermek isterseniz ona zarar vermiş olursunuz.
Özetle, ilkokula başlama deneyimi her çocuk için aslında eğitim hayatına başlama dönemidir. Çocuk eğitim ve okumak hakkındaki ilk duygularını birinci sınıfta oluşturacaktır. Bu sınıfta atılacak olumlu ve pozitif ilk adımlar çocukların tüm eğitim hayatını olumlu etkiler. Bu dönemde atılacak yanlış adımlar ise çocuğun eğitimden soğumasına neden olabilir. Ailelere düşen görev, çocukları için doğru kararı uzmanlar eşliğinde, çocuğun gelişimini göz önüne alarak vermektir.

*Gelişim Testleri: Gelişim testleri çocuğun birçok alandaki gelişiminin yaşına uygun olup olmadığı ölçen testlerdir. Bu amaçla uzmanlarca Denver, AGTE, GESSEL vb. testler kullanılmaktadır.







                                                                                                                                                          KAYNAK:PEDEGOJİ DERNEĞİ

9 Mart 2012 Cuma

DEĞERLER EĞİTİMİ

    


·         İçinizde yaşadığımız çevre ve ortam istediğimiz değerlere sahip çocukları yetiştirmeye uygun mu?

·         Her şeyi çocuklarımız adına düşünüp onlar için yaparken sorumluluk sahibi olabilecekler mi?

·         Aşırı koruyucu ve müdahaleci davranarak çocuklarımızın öz güveni ne kadar gelişecek?

·         Şiddeti televizyon, bilgisayardan seyreden öğrenen çocuk ne kadar barışçıl, dingin olabilecek?

·         Çocuklarımızın mutlulukları için çabalarken, onlar mücadele etmeden kazanmadan mutlu olabilecekler mi?

Değerler eğitim ile bu ve bunun gibi soruların yanıtlanması gerekir.

Değerler eğitimi, bireysel gelişim için öğretme ve öğrenmenin birçok yönünü tanımlamak için kullanılan şemsiye bir kavramadır. Bu şemsiye altında “yaşam becerileri eğitimi, şiddettin önlenmesi, arkadaş arabuluculuğu, çatışma eğitimi, bilişsel gelişim/ahlaki sorgulama, duyuşsal ve sosyal öğrenme” gibi alanları barındırır.   

Değerler eğitimi, çocukların sorumlu ve ilkeli bireyler olmasına yardım eden tüm paydaşlarla gerçekleştirilen bir uygulamadır. 

Değerler davranışlarımıza yön veren standartlardır. Yaşamımızın her yerinde her zaman zihnimizdeki çeşitli değerlerle hareket ederiz. Bunun içindir ki değerler, tutum ve davranışlarımızla yakından ilişkilidir. Saygı, sevgi, doğru davranış, dürüstlük, hoşgörü, vb. gibi temel insani değerler insanın en iyi tarafını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Kısacası; değerler sosyal hayatımızı kolaylaştırır, düzenler.

Yaşadığımız bu zamanda bazı değerler çok hızlı değişmektedir. Değişim engellenemez ancak bu hızlı değişim bireylerin uyumu bozmakta, aile içinde çatışmaları arttırmaktadır.

Çocukların sosyal çevresi artık aile ile sınırlı değildir. Bilgisayar, televizyon, sinema, dergi, oyuncaklar, reklamlar vb. gibi uyaranlar çocuğumuz sosyal çevresini genişletmiş ve çeşitlendirmiştir. Aile ve okul tarafından verilen değerlerle dış dünyanın verdikleri çoğu zaman farklılık gösterir. Bu noktada ailenin işi daha da zorlaşmaktadır. Baş döndürücü şekilde değişim içinde olan değerler, bunları öğrenmeye çalışan çocuklar için değer karmaşası yaşatmaktadır. Bunun içindir ki değerlerin aktarımı bu yüzden çok daha önemli hale gelmiştir.      



Değerler nasıl öğrenilir?

Değerlerin öğrenilmesi sosyal bir öğrenmedir. Çocuğun ilk sosyal kurumu aile olduğu için çocuğun değer sisteminin oluşmasında aile önemli bir yere sahiptir. Ailede değerler model alma ve taklit yoluyla çocuğa geçmektedir. Çocuklar öğrendikleri bu değerleri aile dışındaki alana aktarmakta ve yeni öğrenmelerle bunları revize etmektedir. Geçmişte değerlerin çoğu aile içinde yaşantı ile aktarılırken günümüzde sadece yaşantılar yeterli olmamakta ailelerin bu konuda ciddi çaba sarf etmeleri gerekmektedir.  

Değerleri nasıl kazandırılabilir?

·         Ailenizde sizin için önemli değerler neler? Çocuğunuzun hangi değerleri benimsemesini istersiniz? Aileniz için önemli olan davranışlar ve ilkeleri belirleyebilirsiniz. Belirlediğiniz bu değerlerin çocuğunuz tarafından kazanılması için neler yapabileceğinizi düşünebilirsiniz.

·         Ailenizle ilgili değerleri ve öncelikleri çocuklarınızın yanında sıklıkla konuşabilirsiniz. Görmek istediğiniz davranışları net bir şekilde açıklayarak anlamalarını sağlayabilirsiniz.

·         Çocuğunuzda görmeği arzuladığınız davranışlar, değerler ve inançlar konusunda öncelikli olarak sizler model olabilirsiniz.

·         Çocuklarınızla oynadığı bilgisayar oyunları, seyrettikleri çizgi filmler ve reklamlar hakkında konuşabilirsiniz. Bunlardan ne anladığı ve gerçek dünya hakkında konuşabilirsiniz.

·         Yanlış yaptıklarında daha az tepki verebilir, çözümler bulma üzerine odaklanabilirsiniz.

·         Olumlu davranışlarında onları motive edebilirsiniz.

·         Çocuklarınızı dinleyerek ve söylediklerini anlamaya çalışarak onlar önemsediğinizi gösterebilirsiniz.

·         Çocuklarla kaliteli zaman geçirebilirsiniz. Onların kitaplarını okuyarak, oyun ve oyuncaklarıyla oynayarak onları daha fazla anlayabilirsiniz. Böylece kaliteli paylaşımlara ortam hazırlayabilirsiniz.

·         Çocuğunuzun televizyon ve bilgisayardan uzak tutabilecek faaliyetlere yönlendirebilirsiniz.

·         Çocuğunuzun gelişim seviyesine ve yaşına uygun kararlar alması için fırsatlar verebilirsiniz. Bu sayede, kişisel kontrolün gelişmesini ve öz güvenini arttırabilirsiniz. 
                                                                                        



Kaynak:
Beyza Bölükbaşı, Çocuk ve Aile
Erdal Atabek, Hayatımız ve Değerlerimiz
Jane Bluesteın, Ana Babaların Yapması ve Yapmaması Gerekenler
Melek Demirel, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
www.minikokul.com              

6 Şubat 2012 Pazartesi

“Sevgi” kavramına bir tanım yapıp, çocuğa nasıl öğretilebilir?

Sevgi, bir insanın bir kişi, durum ya da nesneye ilgi ve bağlılık duygusudur. Sevginin davranışa yansıyan şekli ise, sevgi dolu gözlerle bakmak, dokunmak, öpmek, güzel sözler söylemek, zamanı paylaşmak, öncelik vermek, onu düşünmektir. Bu ilgi ve bağlılık koşullara rağmen gerçekleştiğinde gerçek sevgiden söz edebiliriz. Güzeli, iyiyi, becerikliyi, akıllıyı, yetenekliyi sevmek kolaylıkla gerçekleşir. Sevginin verilmediği, verilemediği durumlarda kişinin kendisiyle ya da çevresindeki koşullarla ilgili bir sorun vardır. Bu sorunlara sağlıklı bakış açıları geliştiren birey sevgiyi öğrenir ve öğretebilir.

Çocuğun sevmeyi öğrenmesi için öncelikle isteyerek dünyaya getirilen bir çocuk olduğunu hissetmeli ve bilmelidir. Yaşamı sevgi ile algılayıp, sevgiyi alıp vermesi bu temel üzerine atılır. İlk bir yıl içinde beslenme, sevgi ve güven ihtiyacının karşılanması için anne ve babanın yaklaşımı önemlidir. Emzirmek hem bedensel hem de duygusal olarak onu besler. Sevginin bebek için hissedilmesi için onun beslenme, uyku, temizlik gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması ile birlikte annenin sakin ve sabırlı yaklaşım ile yanında olması, ses tonu, sevgi dolu bakışlarıyla sınırsız sevginin verilmesi sağlanır. Çocuğa sevgiyi öğretmenin yolu sevgi dolu, sevgiyi verebilen ebeveynlerden geçer.

Çocukların sevgi anlayışı ile biz yetişkinlerin sevgi anlayışı arasındaki fark ya da benzerlikler nelerdir?

Sevginin dili ortak olmakla beraber, çocuklar sevgi ihtiyaçlarını davranış ve sözleriyle ifade ederler. Ebeveynlerinden ayrılmalarına tepki gösterir, her tür koşulda birlikte olmayı talep ederler aynı zamanda koşulsuz severler. Ebeveynler ise koşul koymaya başlayarak farkında olmadan sevgilerini engellemeye başlarlar. Çocuklarının davranışlarına, kişilik yapılarına, başarı durumlarına, fiziki özelliklerine ve ebeveynlerin kendi kişisel ihtiyaçlarının engellenmesine, iletişim becerilerine, eşler arasındaki ilişki koşullarına ve kendi çocukluklarında aldıkları sevgi modeline göre sevgiyi koşullandırırlar. Anne babalar öğrenmiş oldukları sevgi modelleriyle çocuklarına sevgiyi öğretirler. Eşinin sevmediği bir özelliğini çocuğunda gören, okulda kendince tanımladığı başarı özelliklerini göstermediğini düşünen, başarılı olduğu halde en mükemmelini talep eden, eleştiri ve yargılayıcı iletişim kurabilen, maddi ve manevi sorunları olan yetişkinler sevgilerini verme konusunda da sorun yaşarlar.

Anne ve baba arasındaki sevgi çocuğa nasıl geçer?

Bir çocuk için, anne-babası çok önemlidir. Anne-babası tarafından sevildiğini hisseden çocuk kendini değerli hisseder. Kendini değerli gören çocuğun özgüveni yüksektir ve yeni şeyler denemekten çekinmez.

Çocuklar anne baba arasındaki sevgi dolu ilişki modeline göre gelecekte ilişkilerini şekillendirirler. Aile içindeki ilişki, düşünce ve inanç sistemlerini etkiler. Bu nedenle olumsuz karşılıklı geri bildirimler zarar vericidir. Onun için ebeveynler diğerinin varlığı ya da yokluğunda çocuğuna, diğer kişiye yönelik olumsuz ve aşağılayıcı ifadeler hatta olumsuz hitapların olduğu şakalar kullanmamalıdır. Çocuklarını kendi bireysel ya da ailesel çatışmalarını dinleyecek terapistler haline getirmemelidirler. Anlaşmazlık ve tartışmanın düzeyi çocuğun algısında farklı boyuttadır. Biraz yüksek ses tonunu çocuk çok fazla, travmatik algılayabilir. Sağlıklı iletişimin yolu karşındakini anlamaktan geçer, onun dediğini kabul etmekten değil. Çocuğun önünde tartışmamak, ya da uygun boyutlarda sadece fikir çatışması yapabilmek gelişmiş bir iletişim becerisi ve düşünce yapısı gerektirir. Sabah kalktığında birbirine “günaydın” diyen, bakışlarıyla, davranışlarıyla, sözleriyle birbirine sevgilerini ifade edebilen anne baba arasında çocuk kendini huzur, güven ve sevgi ortamında bulacaktır. Bu koşulların içindeki ufak çatışmalar çocuk içinde tolere edici olacaktır.

Çocuğa sevgiyi nasıl öğretilir?

Sevgiyi bakışları, sözcükleri, davranışları, paylaştıkları, onları düşündüklerini göstermeleri ile koşulsuz sevgilerini sunarak öğretebilirler.

Çocuklarla zaman geçirmenin etkisi araştırmalarda da kanıtlanmış, anne ve bebeği arasında doğumu izleyen ilk günler, haftalar, aylar arasındaki sağlıklı temasın, çocuğun ilerdeki kişilik ve davranış bozukluklarını önemli bir miktarda indirgediği bilinmektedir. Temas bebek ağlamasında azalmaya, çocuğun büyüme hızında artmaya ve annenin güveninin güçlenmesine neden olmaktadır. Annenin çalışması gerektiği durumlarda, çocuğuna bakan kişinin aynı yaklaşım ve iletişimde olmasına özen göstermelidir. Annenin vereceği özel zamanlar akşam yorgun olunan, can sıkıcı işlerin beklediği zamanlar olamaz. Yaşamı gidişine bırakmadan, çocuğu büyümeye terk etmeden, ya da tüm hayatını çocuğuna vermek de olmamalıdır.

Özel aile zamanları yaratmak, yakın arkadaş veya akrabaların ziyaret edilmesi, rahat ve bilgilendirici zaman için müze, hayvanat bahçesi gezmek, tüm aile fertlerinin katıldığı, yiyeceklerin hep beraber hazırlandığı, gidilecek yerin beraber belirlendiği, yemek öncesi ve sonrası aktivitelerinin hep beraber ayarlandığı bir piknik düzenlenebilir. Yakın çevre tarihi yerler gezilebilir, parka gidilebilir, beraber spor yapılabilir. Çocuğun özel ve önemli olaylarında yanında olmak, veli toplantılarına, gösterilerine katılmak, karne günlerinde yanında olmak onun değer bulmasını ve sevildiğini hissetmesini sağlar.

Çocuklar büyüdükten ve okula gitmeye başladıktan sonra altı yedi saatlik zaman diliminden sonra eve geldiklerinde erişkinin koruması altında rahatlamak, günlerini karşılıklı diyaloglarla paylaşmak, neşe ve hayal kırıklıklarını aktarmak isterler. Evde bulunmasanız da bu destek telefonla verilebilmelidir. Zaman ayrılmayan çocuklar kabul görmeme, çoğunlukla derine yerleşen kızgınlık ile değersizlik hisleri içinde olurlar.

Anne-babalar, çocuklarına karşı sevgi sözcükleri kullanmakta her zaman cömert davranmazlar. Hayat karmaşası içinde, bu güzel sözcükleri unutuvermektedirler. Bazen “çocukların şımaracağı inancı, bazen bizim kendilerini sevdiğimizi zaten biliyorlar düşüncesindedirler.

“Çocuklarınızı sevin” kavramından anlaşılacak olan çocuklara onları sevdiğimizi hissettirmektir. Yoksa hangi anne-baba çocuğunu sevmez ki? Her anne-baba çocuğunu sevmektedir. Ancak her çocuk anne-babası tarafından sevildiğini hissetmemektedir. Bu iki farklı sonucun ortaya çıkmasına sebep olan şey iletişimdir. Sevgisini ifade eden, çocuğun sevildiğini hissedeceği faaliyetlerde bulunan, takdir ve onay gören anne-babanın çocukları sevildiğini hissetmektedirler. Sevgi sözcüklerini kullanmayı ihmal eden ya da çocuğuyla beraber zaman geçirmeyen, onlara vakit ayırmayan anne- babaların çocukları ise sevildiklerini hissedememektedirler.

Sevgi önemli bir değerdir. Bu değere sahip olan insanlar, değerli işler yapmak için istekli olmakta ve değerli işler yapabilme cesaretine sahip olmaktadırlar. Sevgiden mahrum olan bireyler, hayatlarını sevgi arayışı içinde sürdürmektedirler.

Bir anne-babanın çocuğuna vereceği en değerli şey, sevgidir. Anne-babanın çocuğuna karşı en temel görevi; sevgiyi hissettirmek ve sevmeyi öğretmektir.

18 Ocak 2012 Çarşamba

SÖMESTR TATİLİ


KARNE VE AİLENİN TUTUMU

"Karnedeki notlar, çocuğun akademik anlamda ne kadar başarılı olduğunun göstergesi olduğu kadar;  aile olarak onlara ne kadar sorumluluk duygusu verildiğinin de bir göstergesidir."

Çocuklar ve gençler, yaşına uygun yeni bilgiler öğrenmek için okula gider. Okul bilgi edinilen bir kaynak olmasının yanında, çocuğun kendisi ve çevresi ile uyum becerileri geliştireceği sosyal bir ortamdır.

Okul başarısı birçok nedene bağlı olarak değişebilmektedir. Bunlar çocuğun içinde bulunduğu gelişim dönemi, çocuğun zihinsel kapasitesi, öğrenme becerisi, okul ve öğretmenlerin bilgi ve tutumları, anne-babanın beklenti ve tutumlarıdır.

Çocuğun öğrenmesini olumsuz etkileyen herhangi bir gelişimsel bozukluk yoksa, ebeveynler çocuklarına sorumluluk duygusu aşılayabilmişlerse ve eğitim yılı içinde okul ve öğretmen ile yeterince iş birliği yapmışlarsa, çocuğun sınıf içindeki düzeyini ve nasıl bir karne alacağını tahmin edebileceklerdir.

Her çocuğun bireysel kapasitesi göz önüne alınarak, çocuğun yetenekleri uygun ulaşılabilir beklentiler oluşturmak önemlidir.

Başarılı bir karne, çocuğun kendine güvenini ve öz saygını geliştirmesinde önemli rol oynar.

Yapılan araştırma sonuçları; çocuk ve ergenin başarısını olumlu ve olumsuz yönde etkileyen üç tip aile yapısından bahsetmektedir.

1. Aşırı kontrolcü aile: Bu tür aileler çocuğun diğer bütün davranış ve aktiviteleri gibi, ders çalışma süreçlerini de kontrol altında tutmaya çalışırlar, çocuğun her şeyini denetlerler veya kendileri ders çalıştırmaya çalışırlar. Bu durum, genellikle çocukların sorumluluk duygusunu kazanmasını engelleyeceği gibi, kendine güvensiz bir yapının gelişmesine neden olabilir.

2. Aşırı koruyucu aile: Bu aileler çocukları ile aşırı ilgili olup, onlara görev vermeyerek ve onların yüklenecekleri işleri kendileri üstlenerek çocukları daha mutlu edeceklerini düşünürler. Çocuklarına ödev yapma ve ders çalışma sorumluluğu vermediklerinden sorumluluk duygusunu kazanmalarını engelleyebilir ve tembelleşmelerine neden olabilirler. Bu durum aynı aşırı kontrolcü ailelerdeki gibi çocukların kişilik gelişimine yansıyarak kendine güvensiz yapıların gelişmesine neden olabilir.

3. Destekleyici aile: Bu tür aileler küçük yaşlardan itibaren çocuğa yapabilecekleri görevleri verir, bunları yaptıklarında da olumlu pekiştirici söz ve tutumlarla pozitif ve olumlu davranışların ortaya çıkmasına katkıda bulunurlar. Çocuğu aşırı kontrol etmez, yapamadıkları zaman ise hemen yardım etmektense kendi kendilerine bir çözüm bulmalarını sağlayarak çocukların problem çözme becerilerinin gelişmesine olanak tanırlar. Çocuğunu kontrol ederken sorumluluklarını hatırlatan destekleyici ve dengeleyici bir davranış gösterirler. Kendilerine güvenildiğinin, kendi başına başarabileceği, yapabileceği duygusunun çocuğa verilmesi çocuğun kendine güven duygusunun gelişmesine katkıda bulunur.

ÇOCUKLARIN OKUL BAŞARISINDA ETKİLİ OLAN DİĞER FAKTÖRLER

Çocukların okul başarısında etken olan önemli faktörden biride gelişim dönemidir.

İlköğretim birinci ve altıncı sınıflar, çocukların yaşantılarında önemli değişikliklerin olduğu dönemlerdir. Bu sınıflar, yeni bir ortama, arkadaşlara ve öğretmene uyum sağlama açısından önemlidir.

Ergenlik dönemi özellikle sosyal ve arkadaşlık uğraşlarının öne çıktığı, ilgi alanlarının geçici olarak başka alanlara kayabildiği normal bir gelişim dönemidir. Bu dönemde sağlıklı ve uyumu iyi olan bir çocuk bile okulda başarısızlık gösterebilmektedir. Ancak genellikle ergenler tamamen normal ve sağlıklı olan bu uyum sürecinden sonra kısa sürede toparlanarak okul ile ilgili sorumluluklarını yüklenmekte ve kendilerine uyan performansı yakalayabilmektedirler.

Lise döneminde ise, okula devam ederken aynı zamanda sınavlara hazırlanma kaygısı ve ek eğitim alma çabaları eklenmektedir.

Çocuğun bu başarısını etkileyebilecek bu genel nedenler dışında, ders döneminde yaşadığı kendisi ve çevresi ile ilgili özel nedenler de olabilir. (Ailedeki sorunlar, Okuldan kaynaklanan sorunlar vb)

Normal ya da normalin üzerinde zeka düzeyleri olduğu halde, başarısızlık yaşayan öğrenciler için nörolojik ve/veya psikolojik sorunlar da elimine edilmelidir.

Karne döneminde aile ve çocuk/genç böyle bir sonuç yeniden yaşamamak için birlikte nedenleri gözden geçirmeli ve çözümler üretmelidir. Ailesinin sevgi ve desteğini bilen ve onlar tarafından desteklenen öğrenciler için, karne notlarındaki başarısızlıklar kısa sürede başarıya dönüştürülebilir.

YARIYIL TATİLİ EN İYİ NASIL DEĞERLENDİRİLEBİLİR?

Tatiller; aile içi ilişkileri yakınlaştırma ve birlikte geçirilen zamanı arttırma yönünden de önemli bir zamandır. Özellikle çalışan anne ve babaların izin dönemlerini mümkünse çocuklarının tatil döneminde kullanması sınırlı aile içi etkileşimi artıracaktır. Aile üyelerinin hep birlikte geçireceği bu tatil dönemlerinin iletişim, çocuklarına model olma, onları tanıma ve gelişimlerini görebilme açısından da yararları olacaktır.

İlköğretim 1-5.sınıflar için;

1- Düzeylerine uygun masal ve öyküler okumalarını sağlayarak bu kitap hakkında konuşulabilir.

2- Tatil süresince bir günlük tutarak, yaptıklarını ve yaşadıkları olayları her gün birer cümle ile yazmaları sağlayabilir.

3- Mümkün olduğu kadar kültür etkinliklerine (sinema, tiyatro, sergi, vb.) katılımı sağlanmalıdır.

4- Evde görev ve sorumluluklar verilmeli, verilenlerin takipçisi olunmalıdır.

5-Bir dönemin yorgunluğunu atacak şekilde iyi dinlenmesine dikkat edilmelidir.

6- Zamanı iyi planlayarak verilen ödevler ya da Birinci dönem işlenen konuların genel tekrarı yapılmalıdır.

6-7-8. sınıflar ve lise öğrencileri için;

1- Öğrenci, tatili yalnızca dinlenme ve eğlenmeye ayırmak yerine öncelikle kendine uygun bir planlama yapmalıdır. Planlarında ders tekrarları, test çözme ve eksik kaldıkları konuların yeniden öğrenilmesi yer almalıdır.

2- Tatil süresi içinde zamanının bir bölümünü kültürel faaliyetlere ayırmalı, sinema, tiyatro, sergi vb. etkinliklere katılmalıdırlar.

3- Karnesinde zayıf notu olanlar hangi dersten zayıfı var ise o derse önem vermeli ve eksikliğini tamamlamak için günlük plan yaparak en az bir saat çalışmalıdırlar.

4- Tatil düzensiz hareket etmek anlamına gelmemeli, günlük uyku, dinlenme, eğlenme etkinlikleri iyi planlanarak ikinci döneme zinde girmek için çaba sarf edilmelidir.
"Karne döneminde, anne babaların yapabileceği en önemli şey, başarısızlığa neden
olan faktörleri ele alarak çocuğun dikkatini sorumluluklarına çekmek olmalıdır.".

Karne başarısının çocuk için her alanda başarı olmadığı, okul notları çok iyi olmayan bir çocuğun da elbette bir çok meslek alanında çok başarılı olabileceği, iyi bir aile kurabileceği ve sosyal olarak çok popüler olabileceği, karnedeki başarının çocuğun doğrudan zeka durumunun göstergesi olmadığı, unutulmamalıdır.

Çocuklar/gençler genel olarak, karnelerindeki zayıflar nedeniyle endişe duymaktan çok karnedeki başarısızlığa ailesinin vereceği tepki nedeniyle kaygılanırlar.

Anne-babaların bir kısmı karnede zayıf gelmesi nedeniyle endişeli olan çocuklarda kaygıyı gidermek yerine daha fazla tepki göstererek kaygı ve korkuyu pekiştirmektedirler. Oysa alınan zayıf notların, çocuğun problem çözme becerilerini test edeceği, geliştireceği için faydalı etkileri bile olabilir.

Karnede zayıf not/notlar varsa;

Aile öncelikle çocuğun duygularını ifade etmesine olanak verip, neler yapacağını anlatması gerekir. Aşırı koruyucu ve kollayıcı bir yaklaşım sorunun yok farz edilmesine neden olabilir.
Başarısızlığın nedenleri çocukla birlikte değerlendirmeli, başarısızlığa neden olan etmenleri çocuğun anlaması sağlanmalı, çözüm yolları çocukla birlikte değerlendirilmelidir.

Çocuğun başarılı olduğu alanlar ön plana çıkarılmalıdır.
Çocuğun duygusal ve fiziksel ihtiyaçları yeterince sağlanmalı, sorumluluk duygusunun gelişmesi desteklenmeli, ödevlerini düzenli yapması sağlanmalı, iyi davranışların ve notların ödüllendirilmesi başarının artmasına katkıda bulunabilir.

Karne, çocuğunuzu akademik olarak tanımak ve aile olarak kendinizi değerlendirebilmek için önemli bir fırsattır.

11 Kasım 2011 Cuma

EN ÇOK KAZANDIRAN MESLEKLER



Daha çok maaş mı istiyorsunuz? O zaman mesleğinizi seçerken bir kez daha düşünün. ABD'de yapılan bir istatistikle 2010 yılının en iyi kazandıran meslekleri sıralanmış.

Pazarlama Müdürü
Yıllık Kazancı 120.070 Dolar

Bilgisayar ve Enformasyon Sistemleri Yöneticileri
Yıllık Kazancı 120.640 Dolar

Mühendislik Yöneticileri
Yıllık Kazancı 122.810 Dolar

Diş Protez Uzmanı
Yıllık Kazancı 125.400

Doğa Bilimleri Yöneticileri
Yıllık Kazancı 127.000 Dolar

Avukat
Yıllık Kazancı 129.020 Dolar

Ayak ve Bilek Sağlığı Uzmanı
Yıllık Kazancı 131.730 Dolar

Diş Doktoru
Yıllık Kazancı 153.570 Dolar

Çocuk Sağlığı Uzmanı
Yıllık Kazancı 161.410 Dolar

Psikiyatrist
Yıllık Kazancı 163.660 Dolar

Aile Doktoru
Yıllık Kazancı 168.550 Dolar

İcra Kurulu Başkanı
Yıllık Kazancı 167.280 Dolar

Cerrah
Yıllık Kazancı 173.860 Dolar

İş Hastalıkları Uzmanı
Yıllık Kazancı 183.990 Dolar

Jinekolog ve Obstetrisyen
Yıllık Kazancı 204.470 Dolar

Ortodontist ve Ağız Cerrahı
Yıllık Kazancı 206.190 Dolar

Anestezi Uzmanı
Yıllık Kazancı 211.750 Dolar

Acil Cerrahi Doktoru
Yıllık Kazancı 219.770 Dolar



Kaynak: Milliyet